7 Aralık 2013 Cumartesi

pieta

Pieta aylardır bilgisayarımda duran fakat bir türlü izlemeye kıyamadığım bir filmdi. Ben ki ara ara sırf doyurucu bir film izlemek istediğimde, herhangi bir kim ki duk filmi açıp tekrar tekrar izlerim. Pieta izlemediğim tek kim ki duk filmi olarak bir süre dursun istedim. Ayrıca izlemek için ona güzel bir zamanımı ayırmayı tasarlamıştım. Ne bileyim akşam işten çıkıp eve geldiğimde izlersem yazık olurdu. Neyse ki bugün güzel bir uyku sonrası öğlenin bir vaktinde uyanıp kuruldum karşısına.

Aslında beklediğimden çok farklı bir film çıktığını söyleyebilirim. Şu an duygusal manada darmadağın bir haldeyim, kafamda ucu birbirinden bağımsız birçok imge var. Kim ki duk sağ olsun fena halde üzdü beni. Şu durumda sıcağı sıcağına hakkında bir şeyler yazmanın da pek sağlıklı olmadığını biliyorum. Ama daha sonra hakkında bir şey yazmaya üşeneceğimi de biliyorum.

Kim ki duk da rahatsız edici yönetmenler kervanına mı katıldı sorusunu sordurtan cinstendi. Önceki filmlerini şöyle bir düşündüğümde, genel itibariyle her biri gayet naif, gayet dingin bir anlatım ve kurguya sahip, fakat verdiği mesajlar açısında da etkileyici filmlerdi. Fakat bu filmin anlatımı da kurgusu da çok rahatsız edici cinsten. Diş gıcırdatan ağır sahneleri var ve hikâye sona doğru iyice tırmandırıp en sonunda tepeden aşağı atıyor izleyiciyi.

Tesadüf ya en son izlediğim kore filmi olan breathless ile pieta şiddet ve aile dramı konusu açısından birbirlerinin devamı gibi oldu. İkisinde de aile dramı neticesinde psikopat olmuş bir adam başrolde. Hatta o kadar ki iki filmde de bu psikopatlar tefeciden alınan borçları tahsil etmek işi ile meşguller. Breathless’de döverek tahsilat söz konusuydu ama bunda daha da ağır bir şekilde insanları sakat bırakıp alacakları sigortadan tahsil etme acımasızlığı var. Kore’de böyle bir sıkıntı var demek ki, bizde de bir dönem olduğu gibi... Belki hala da vardır tabi.

Ama bu film kim ki duk filmi olduğundan kıyas kabul etmez benim nazarımda. Her ne kadar üslubu değiştirmiş olsa da baki kalan şeyler var çünkü. Mesela olay örgüsü, kullanılan imgeler gibi.

Bazen düşünürüm; mesela büyükşehirlerde kurulu organize sanayi bölgelerinde irili ufaklı binlerce atölye vardır ve buralarda insanlar para kazanarak hayat kurarlar. Sabahtan akşama kadar aynı tezgâhta ömür çürüterek karşılığında huzurlu bir yuva inşa etmeye çalışırlar. Bu yuvada bir çocuk büyür, daha sonra da o ileride aynı şekilde yuva kurar. Filmde de görüldüğü üzere, mesela ömrünü bir tezgâhta tüketip de yuva kuramayanlar da vardır ki o da intihar etti zaten.

Tüm bu hayat tezgâhının enerjisi paradır neticede. Ama bir de borçlanma imkânı sunulur ya hani. Bir nevi bugün için gelecekten gün çalmak misali. Bazı hayatların geleceği yoktur aslında, aynı tezgâhta hayat tüketmek üzere programlanmasına rağmen olmayan gelecekten gün çalmaya kalkışabilirler. Tabi sistem bunları fena halde cezalandırmaktan geri kalmayacaktır. Ne yuvalar bozulur, ne hayatlar harcanır bu yüzden. Tam da burada insanlık sorgulanabilir işte. Para metasının harcanabilir bir değerden öte insanların hayatlarını harcayan korkunç tarafı düşünülürse.

İnsanlık demişken; hepimizin sağlıklı bir çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği için, kolektif bilinçdışı terazisiyle vicdan oluşumu için, para gibi somut bir şeyin, öznel tüm değerlerin tosladığı nesnel bir duvar görevi görmesine ne demeli? Bir çocuk annesiz büyürse mesela bu öznel durumu toplum nasıl göğüsler ve onu nasıl kendisine kazandırabilir? Herkesin para peşinde koştuğu hayat koşturmacası elbette onu yalnız bırakacaktır. Herkes tezgahında kendi yuvasını ayakta tutmaya yetebilecektir. Peki öyleyse ona bu para düzeninde nasıl bir rol biçilebilir? Tabii ki de psikopatlık. İnsanları sakat bırakarak para tahsil eden, fakirden alıp zengine vermek misyonu yüklenilmiş ekonomik birim olur. Hepimiz bir ekonomik birimiz bu sistemde değil mi? Parayla ölçmediğimiz ne kaldı ki insanlığımız kalsın.

Ama tüm bu acımasızlıkları, toplumun göğüsleyemediği her ne varsa göğüsleyecek annelik olgusu da vardır. Bir anne bu para düzenine kurban verdiği oğlunun intikamını nasıl alabilir? Para karşılığı bir silah alıp oğlunun katilini öldürerek mi? Ama böyle olmaz. Öylesine bir intikam alır ki hani bu kendi bireysel intikamından çok daha fazlasını ifade eder. Çünkü onun için ölüm sadece yakınlarına hissettirdiğiyle acımasızlıktır, yoksa kendisinin de dediği gibi; ölmek nedir ki? Ölümden beteri de vardır ve aslında şu hayat tezgâhlarında tükenenler ölümden beter bir yaşamı sürdürmektedir.

Annesiz bir vicdansıza önce anne olur sonra da ona vicdan kazandırır. Ama en sonunda öylesi bir intikam alır ki; annesini (yani kendini) öldürerek onu vicdanıyla baş başa bırakır, ölümden beter olan o duruma sokar. Sonunda o da bu duruma dayanamayıp oğlu gibi yine bir kanca vasıtasıyla intihar eder.

Çok acayip bir filmdi yani bu kadar şey yazıp da hala giriş dahi yapamadığımı hissediyorum. Ama burada bırakacağım yoruldum.

Hiç yorum yok: