15 Eylül 2010 Çarşamba

toplumsal darvincilik ne kadar saçmaysa, kapitalizm de o kadar saçmadır


Liberal Ekonominin yükseldiği 19.y.y. dan 20.y.y.’a doğru kapitalizm ve dolayısıyla sömürgecilik akımlarında Toplumsal Darvincik olarak adlandırılan, Darvin’in evrim teorisinden türetilmiş bir düşüncenin etkili olduğu söylenir. Şöyle ki; Darvin’in dünyayı değiştiren Doğal Seçilim teorisi biyolojik yaşama tam olarak oturmuştu; fakat insanlar toplumsal yaşamdaki varoluşlarıyla bu teori arasında bir bağ kurma gereği hissettiler. Çünkü insanlar artık doğadan kopuk yaşıyorlar ve ekosistem zinciriyle muhatap bile olmaksızın var olabiliyorlardı. Bu koşulda, sosyal dünya düzeni içersinde, güçlü olanın hayatta kaldığı doğal seçilim teorisi, ancak sosyal olarak etkin olanın hayatta kalabileceği savına dönüştü. Biyolojik olarak kabul gören bu teori zihinsel olarak da kabul görmüş oldu. Güçlü olan insan, güçsüz olanı ezebilir ve onun ölümüne dahi sebep olabilir. Zira güçlü olanlar var olur, güçsüzler ise yok olursa, üreyen güçlülerin nesillerinden daha güçlü bir ırk ortaya çıkar. Nitekim arı ırk çalışmaları çeşitli insanları kısırlaştırmaya hatta öldürmeye kadar gitti.

Bunun ülkeler arası yansıması da sömürgecilik olarak adlandırılır. Sanayi Devrimini gerçekleştiren Avrupa güçlendi ve güçlenmesiyle güçsüz olanı ezmeye, onu köleleştirerek kullanmaya kendini haklı gördü. Güçlü olarak kendisi yaşamalıydı, sömürgeleri ise yaşamasa da olurdu çünkü onlar zayıf ırklardı ve doğal seçime göre sistemin dışında kalıp ürememeleri gerekti. Avrupa’da insanlar zenginleşip düzinelerce çocuk sahibi oldular. Doğal seçilime göre güçlü olan bu çocuklar, ülkeleri birbirlerine düşünce, dünya savaşlarında öle öle bitmek bilmediler, tabi bu ayrı bir mevzu.

Tüm bunlar müthiş bir saçmalık olarak düşünülebilir şimdi. Toplumsal Darvincilik artık kimsenin aklına yatmıyordur sanırım. Ama diğer yandan kapitalist düzen diyoruz, güçlünün güçsüzü ezip yok ettiği bir sistem diyoruz ve bunu böylece kabul edebiliyoruz. Şu satırların yazıldığı bu muazzam teknoloji olsun, ihtiyacımdan fazlasını tüketebildiğim bir yaşam sürdürüyor oluşum olsun, tüm bunların kapitalist düzen sayesinde gerçekleşebildiği gerçeğini yadsımıyorum elbette. Ama bu benim için geçerli olan, dünyanın öteki ucunda yaşayan insanlar için geçerli olmayan bir adaletsizlik de doğuruyor. Değişen bir şey yok ve bir taraf zayıflamak için uğraşırken diğer bir taraf yiyecek bulmak için uğraşarak yaşamaya devam edecek. Hatta birçoğu yaşayamayacak ve ölecek.

Hâlbuki dünyadaki kaynaklar tüm insanlığı beslemeye yeter. Sorun adaletsiz dağılım ve dağılımın baş sebebi kapitalizm. Değil mi? Ne de güzel, ne de klişe söyledim! Evet, sorun belki de bu söylemlerde… Bir şeyler hep konuşuluyor, hep yazılıyor ama değişen bir şey olmuyor. Tüm bu manipüle edilmiş söylemler, zorla göze sokulan safsatalar, insanları birer lejyoner yaptı. Karşı durdukları şeylerin aslında baş savunucuları olduklarının da asla farkına varamadılar. Sadece oluşturulan bir gündemin hücreleri olarak bir toplumda yaşadılar. Ve nesillerini yaşattılar…

Darvin’in biyolojik doğal seçilimi, şaşmaz bir ekosistem içersinde tam oturmuştu. Ama toplumsal doğal seçilim, toplumsal sisteme asla oturtulamayacak. Çünkü insan, kendi yarattığı sistemde kendini konumlandırırken, biyolojideki gibi şaşmaz bir doğa kudretinde etik değer yaratamayacak. Diyalektiği hep boşa çıkacak. Varoluşu hep anlamsız, hep manasız kalacak bu yüzden. Bireysel varoluşu da, toplumsal varoluşu da. Ne toplumda bir birey olabilecek, ne birey olarak bir toplumda. Ve işte bu yüzden savunulan da karşı durulan da birbirine hizmet etmiş olacak.

Ne demiştik? Yiyecek yemek bulmak için uğraşan insan ve zayıflamak için uğraşan insan. Açıktan ölenlere ne yazık ama değil mi? Neden yazık ki? Ekosisteme göre mi yazık? Peki ya toplumsal sistem?